Tanrı Neden Sessizdir? Sessizliğin Yankısını Duyanlar İçin Bir Tartışma
Selam forumdaşlar,
Uzun zamandır zihnimi kurcalayan bir soruyu paylaşmak istiyorum: Tanrı neden sessizdir?
Bu soru, aslında sadece dini bir mesele değil; aynı zamanda insanın varoluşsal arayışının en derin noktalarından biri. Bazen bir acının ortasında, bazen bir başarının zirvesinde bu soruyu hepimiz kendimize soruyoruz: “Eğer bir anlam varsa, neden bu kadar sessiz?”
Ben konulara farklı açılardan bakmayı seven biriyim. Bu başlıkta, Tanrı’nın sessizliğini hem küresel hem de yerel gözlemlerle ele alalım istiyorum. Çünkü bu sessizlik, Tokyo’da da duyuluyor, İstanbul’da da, Nairobi’de de. Her toplum, kendi dilinde, kendi hikâyesiyle bu sessizliği anlamlandırmaya çalışıyor.
---
Küresel Perspektif: Sessizlik Evrensel Bir Dildir
Bilim insanları, filozoflar ve teologlar yüzyıllardır bu sessizlik üzerine düşünüyor.
Batı felsefesinde Tanrı’nın sessizliği genellikle bir sınav ya da insanın özgür iradesinin bedeli olarak yorumlanıyor. Kierkegaard, “Tanrı konuşmaz çünkü insanın inancının olgunlaşması için sessizlik gerekir” derken; Nietzsche bu sessizliği “Tanrı’nın ölümü” olarak yorumluyor.
Doğuda ise sessizlik, yokluğun değil, derinliğin sembolü. Budizm’de Tanrı değil, “hiçlik” konuşur. Sessizlik, evrenin dilidir.
Hint düşüncesinde Tanrı’nın sessizliği, bir uzaklaşma değil, bir birleşme çağrısıdır. Çünkü bazen konuşmak, ayırır; sessizlik ise birleştirir.
Erkek düşünürler bu durumu genellikle bireysel anlam ve strateji üzerinden yorumluyor. Onlara göre Tanrı sessizdir çünkü insan kendi başarısının anlamını, kendi içinde bulmalıdır.
Kadın düşünürler ise ilişkisel ve toplumsal bir bakış getiriyor: Tanrı’nın sessizliği, insanların birbirine kulak vermesi için bir alan yaratır. Sessizlik, insanın insana ses olmasını sağlar.
---
Yerel Perspektif: Sessizlik Anadolu’da Başka Duyulur
Bizim topraklarımızda Tanrı’nın sessizliği, bazen bir sabır öğretisidir.
Mevlânâ, bu sessizliği “sözün yetmediği yerde aşkın konuşması” olarak görür. Yunus Emre ise “dil”in değil, “gönül”ün Tanrı’yı anladığını söyler.
Anadolu insanı için Tanrı sessiz değildir; sadece herkesin anlayacağı dilden konuşmaz.
Köyde bir yaşlı kadın, oğlu askerdeyken dua ederken “Tanrı sessiz” demez; “Belki sınavdadır” der.
Bir genç, işsiz kaldığında “Tanrı beni duymuyor” diye isyan etmez; “Belki başka kapılar açılır” diye umut eder.
Yani yerel kültürde sessizlik, inkâr değil, imadır.
Erkek forumdaşlar genellikle bu durumu pratik biçimde açıklıyor:
> “Tanrı’nın sessizliği, insanın kendi çabasını test etmesi içindir.”
> Kadın forumdaşlar ise duygusal ve toplumsal boyutuna dikkat çekiyor:
> “Belki Tanrı sessiz değildir, biz birbirimizin sesini bastırıyoruz.”
---
Bilim, İnanç ve Sessizlik Arasındaki Gerilim
Modern çağda Tanrı’nın sessizliği, bilimin yükselişiyle daha görünür hale geldi.
Artık yıldırımı Tanrı’nın gazabı değil, elektriksel boşalma olarak açıklıyoruz. Depremleri, ilahi değil jeolojik süreçler olarak görüyoruz.
Peki, bu durum Tanrı’yı susturdu mu, yoksa insanın dinleme biçimini mi değiştirdi?
Bilim insanları bu konuda ikiye ayrılıyor:
- Bir grup, Tanrı’nın sessizliğini “doğanın açıklanabilirliğinde” buluyor: Sessizlik, düzenin mükemmelliğidir.
- Diğer grup ise insanın anlam arayışını tamamen sekülerleştirdiği için bu sessizliği “kopuş” olarak görüyor.
Erkekler burada genellikle şu soruyu soruyor:
> “Eğer Tanrı varsa, neden deneysel bir kanıt yok?”
> Kadınlar ise farklı bir açıdan yaklaşıyor:
> “Belki de Tanrı, kanıtlanmak için değil, hissedilmek için vardır.”
---
Toplumların Sessiz Tanrıları
Afrika kabilelerinde Tanrı, genellikle “uzakta duran” bir figürdür. Çünkü Tanrı insanlara hayatı vermiştir, sonra geriye çekilmiştir. Bu, “yaratıcı sessizliği”dir.
İskandinav mitolojisinde tanrılar konuşur ama kader sessizdir; her şey zaten önceden yazılmıştır.
Ortadoğu’da ise Tanrı konuşur, ama insanlar birbirinin sesini bastırır. Bu yüzden sessizlik Tanrı’dan değil, gürültüden gelir.
Kadın forumdaşlar bu konuyu genelde toplumsal bağlamda tartışıyor:
> “Tanrı’nın sessizliği, kadınların sesinin kısılmasıyla paralel mi? Eğer toplum susturuluyorsa, Tanrı’nın sessizliği aslında bizim yankımız mı?”
> Erkek forumdaşlar ise analitik bir şekilde değerlendiriyor:
> “Belki Tanrı sessiz değil; sadece insan artık yanlış frekansta dinliyor.”
---
Sessizlik Bir Cevap Olabilir mi?
Düşünün: Belki de Tanrı’nın sessizliği, bir tür cevap biçimidir.
Bir baba, çocuğunun kendi başına yürümeyi öğrenmesini isterken neden sessiz kalır? Çünkü müdahale etmeden gelişmesini izler.
Belki Tanrı da benzer bir şekilde, insanın kendi anlamını bulmasına izin veriyor.
Psikolojik olarak bakıldığında, sessizlik çoğu zaman “duygusal olgunluk” göstergesidir. İnanç da benzer bir olgunluk ister.
Kadın forumdaşların çoğu bu noktada şunu söylüyor:
> “Tanrı sessizdir çünkü her insan, kendi içindeki Tanrı’yı bulmalıdır.”
> Erkek forumdaşlar ise şöyle yanıtlıyor:
> “Belki Tanrı konuşuyor, ama biz veriyi analiz etmeyi öğrenemedik.”
---
Bir Forum Sorusu: Sessizliğin Anlamı Sizce Ne?
Forumdaşlar, siz ne düşünüyorsunuz?
- Sizce Tanrı gerçekten sessiz mi, yoksa biz artık duyamıyor muyuz?
- Sessizlik bir yokluk mu, yoksa bir iletişim biçimi mi?
- Tanrı’nın sessizliğini hangi anlarda en çok hissediyorsunuz: Kayıpta mı, mutlulukta mı?
Benim için bu soru bir inanç tartışmasından öte, insanın anlam arayışının yankısı.
Kimi zaman dua ederken, kimi zaman gökyüzüne bakarken hep aynı hissi yaşıyoruz: Bir sessizlik, ama içinde bir yankı var.
Belki Tanrı gerçekten sessizdir,
ama o sessizlikte, insanın bütün hikâyesi gizlidir.
Ve belki de bu forumda paylaştığımız her düşünce, o sessizliğe atılmış bir “merhaba”dır.
Selam forumdaşlar,
Uzun zamandır zihnimi kurcalayan bir soruyu paylaşmak istiyorum: Tanrı neden sessizdir?
Bu soru, aslında sadece dini bir mesele değil; aynı zamanda insanın varoluşsal arayışının en derin noktalarından biri. Bazen bir acının ortasında, bazen bir başarının zirvesinde bu soruyu hepimiz kendimize soruyoruz: “Eğer bir anlam varsa, neden bu kadar sessiz?”
Ben konulara farklı açılardan bakmayı seven biriyim. Bu başlıkta, Tanrı’nın sessizliğini hem küresel hem de yerel gözlemlerle ele alalım istiyorum. Çünkü bu sessizlik, Tokyo’da da duyuluyor, İstanbul’da da, Nairobi’de de. Her toplum, kendi dilinde, kendi hikâyesiyle bu sessizliği anlamlandırmaya çalışıyor.
---
Küresel Perspektif: Sessizlik Evrensel Bir Dildir
Bilim insanları, filozoflar ve teologlar yüzyıllardır bu sessizlik üzerine düşünüyor.
Batı felsefesinde Tanrı’nın sessizliği genellikle bir sınav ya da insanın özgür iradesinin bedeli olarak yorumlanıyor. Kierkegaard, “Tanrı konuşmaz çünkü insanın inancının olgunlaşması için sessizlik gerekir” derken; Nietzsche bu sessizliği “Tanrı’nın ölümü” olarak yorumluyor.
Doğuda ise sessizlik, yokluğun değil, derinliğin sembolü. Budizm’de Tanrı değil, “hiçlik” konuşur. Sessizlik, evrenin dilidir.
Hint düşüncesinde Tanrı’nın sessizliği, bir uzaklaşma değil, bir birleşme çağrısıdır. Çünkü bazen konuşmak, ayırır; sessizlik ise birleştirir.
Erkek düşünürler bu durumu genellikle bireysel anlam ve strateji üzerinden yorumluyor. Onlara göre Tanrı sessizdir çünkü insan kendi başarısının anlamını, kendi içinde bulmalıdır.
Kadın düşünürler ise ilişkisel ve toplumsal bir bakış getiriyor: Tanrı’nın sessizliği, insanların birbirine kulak vermesi için bir alan yaratır. Sessizlik, insanın insana ses olmasını sağlar.
---
Yerel Perspektif: Sessizlik Anadolu’da Başka Duyulur
Bizim topraklarımızda Tanrı’nın sessizliği, bazen bir sabır öğretisidir.
Mevlânâ, bu sessizliği “sözün yetmediği yerde aşkın konuşması” olarak görür. Yunus Emre ise “dil”in değil, “gönül”ün Tanrı’yı anladığını söyler.
Anadolu insanı için Tanrı sessiz değildir; sadece herkesin anlayacağı dilden konuşmaz.
Köyde bir yaşlı kadın, oğlu askerdeyken dua ederken “Tanrı sessiz” demez; “Belki sınavdadır” der.
Bir genç, işsiz kaldığında “Tanrı beni duymuyor” diye isyan etmez; “Belki başka kapılar açılır” diye umut eder.
Yani yerel kültürde sessizlik, inkâr değil, imadır.
Erkek forumdaşlar genellikle bu durumu pratik biçimde açıklıyor:
> “Tanrı’nın sessizliği, insanın kendi çabasını test etmesi içindir.”
> Kadın forumdaşlar ise duygusal ve toplumsal boyutuna dikkat çekiyor:
> “Belki Tanrı sessiz değildir, biz birbirimizin sesini bastırıyoruz.”
---
Bilim, İnanç ve Sessizlik Arasındaki Gerilim
Modern çağda Tanrı’nın sessizliği, bilimin yükselişiyle daha görünür hale geldi.
Artık yıldırımı Tanrı’nın gazabı değil, elektriksel boşalma olarak açıklıyoruz. Depremleri, ilahi değil jeolojik süreçler olarak görüyoruz.
Peki, bu durum Tanrı’yı susturdu mu, yoksa insanın dinleme biçimini mi değiştirdi?
Bilim insanları bu konuda ikiye ayrılıyor:
- Bir grup, Tanrı’nın sessizliğini “doğanın açıklanabilirliğinde” buluyor: Sessizlik, düzenin mükemmelliğidir.
- Diğer grup ise insanın anlam arayışını tamamen sekülerleştirdiği için bu sessizliği “kopuş” olarak görüyor.
Erkekler burada genellikle şu soruyu soruyor:
> “Eğer Tanrı varsa, neden deneysel bir kanıt yok?”
> Kadınlar ise farklı bir açıdan yaklaşıyor:
> “Belki de Tanrı, kanıtlanmak için değil, hissedilmek için vardır.”
---
Toplumların Sessiz Tanrıları
Afrika kabilelerinde Tanrı, genellikle “uzakta duran” bir figürdür. Çünkü Tanrı insanlara hayatı vermiştir, sonra geriye çekilmiştir. Bu, “yaratıcı sessizliği”dir.
İskandinav mitolojisinde tanrılar konuşur ama kader sessizdir; her şey zaten önceden yazılmıştır.
Ortadoğu’da ise Tanrı konuşur, ama insanlar birbirinin sesini bastırır. Bu yüzden sessizlik Tanrı’dan değil, gürültüden gelir.
Kadın forumdaşlar bu konuyu genelde toplumsal bağlamda tartışıyor:
> “Tanrı’nın sessizliği, kadınların sesinin kısılmasıyla paralel mi? Eğer toplum susturuluyorsa, Tanrı’nın sessizliği aslında bizim yankımız mı?”
> Erkek forumdaşlar ise analitik bir şekilde değerlendiriyor:
> “Belki Tanrı sessiz değil; sadece insan artık yanlış frekansta dinliyor.”
---
Sessizlik Bir Cevap Olabilir mi?
Düşünün: Belki de Tanrı’nın sessizliği, bir tür cevap biçimidir.
Bir baba, çocuğunun kendi başına yürümeyi öğrenmesini isterken neden sessiz kalır? Çünkü müdahale etmeden gelişmesini izler.
Belki Tanrı da benzer bir şekilde, insanın kendi anlamını bulmasına izin veriyor.
Psikolojik olarak bakıldığında, sessizlik çoğu zaman “duygusal olgunluk” göstergesidir. İnanç da benzer bir olgunluk ister.
Kadın forumdaşların çoğu bu noktada şunu söylüyor:
> “Tanrı sessizdir çünkü her insan, kendi içindeki Tanrı’yı bulmalıdır.”
> Erkek forumdaşlar ise şöyle yanıtlıyor:
> “Belki Tanrı konuşuyor, ama biz veriyi analiz etmeyi öğrenemedik.”
---
Bir Forum Sorusu: Sessizliğin Anlamı Sizce Ne?
Forumdaşlar, siz ne düşünüyorsunuz?
- Sizce Tanrı gerçekten sessiz mi, yoksa biz artık duyamıyor muyuz?
- Sessizlik bir yokluk mu, yoksa bir iletişim biçimi mi?
- Tanrı’nın sessizliğini hangi anlarda en çok hissediyorsunuz: Kayıpta mı, mutlulukta mı?
Benim için bu soru bir inanç tartışmasından öte, insanın anlam arayışının yankısı.
Kimi zaman dua ederken, kimi zaman gökyüzüne bakarken hep aynı hissi yaşıyoruz: Bir sessizlik, ama içinde bir yankı var.
Belki Tanrı gerçekten sessizdir,
ama o sessizlikte, insanın bütün hikâyesi gizlidir.
Ve belki de bu forumda paylaştığımız her düşünce, o sessizliğe atılmış bir “merhaba”dır.